Aslında sıraya göre gitmem gerekiyordu. Kıskançlık hakkında bişeyler yazacaktım. Ardından da bi iki yazı daha işte. Yazamadım. Çünkü o konuda o kadar doluyum ki. Yazmaya kalksam, kendimi gecenin bir yarısı, ekran başında salya sümük ağlarken bulmaktan korktum. Yapayalnız. Teselli edecek kimse olmadan. Hıçkıra hıçkıra. Galiba biraz ara vermek zorundayım o 7 günah triplerine. Çünkü elim varmıyor. Her ne ise. Arkadaş ortamlarında, hiç duygusal tip olmadım ben. Hep sikli soklu konuşan, arada bi iki salaklık yapan -bilinçli veya biliçsiz- , milleti güldüren ve mutlu eden bir tip oldum. Yani, hiçbir ortamla davudi sesimle şiir okumadım. Zaten o yaşta da değilim, o ne amına koyim göt kıllarım kadayıf olmuş sanki. Şiir okumak diyo bana. İşte o yüzden, sırf içimde kalmasın diye, bu yazıyı bir şiirle bitireceğim. İleride bazı şeylerden nasibini alamamış bir entel-godoman bozması veya 50 yaşında bir götoğlanı olmamak için. Şerefe.
kan kızılı karlar düşüyor yüzüme
pembe dağlarda sarı uçurumlar
meczup mu mecnun mu bilinmez bir adam
sakalı saçında, saçı sakalında
hayattaki yeri, şarap şişesinin
içine kaçan mantara bezeyen
ateş yutup hava kusan o
korku nedir ve korkudan başka bir şey bilmeyen
kitabına uygun ve kitap dışı, dipnota değmez
arafta, azap ve sefada bir zavallı
kendini hayatı hatmetmiş zanneden
yeni doğmuş bir bebek aslında o
geceye doğan kara aylara tapan
yıldızlardan kendine yatak yapıp
yorganlarla avunan bir sefil
sevgiyi elinin tersiyle atıp da
kendini aşkla öldüren
kırık dökük dudakları
ufak bir buseye hasret
bir damla suya razı
derbeder
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder