Okula istediği zaman, arabasıyla gelir, istemezse gelmez. Kalma, geçme, ileride aç kalma derdi yoktur. Hangi okulun hangi bölümünü okuduğu tamamen önemsizdir, ileride babasından devralacak şirketleri, yatırımları vardır zaten. Başka şehirde, kendi evinde tek başına kalacak parası vardır. Her gece orda burda sürtmekten de geri durmaz. Para bol geldi mi bi yerlere bayar muhakkak, ya sevgilisini, kırıklarını hediyeye boğar, ya sinirim bozuldu deyip psikologlara saçar parayı, ya da escort hatundan escort hatuna atlar sırf eğlencesine. Starbucks'tan zaten çıkmaz amına koyim. Annesi ve babası illa başka şeylerle meşguldür, kafasını siken olmaz. Ama o siker senin kafanı, ilgilensen de ilgilenmesen de anlatır ne marka giydiğini, hangi gece klubünün locasında oturmak için kaç para baydığını, hangi içkiden kaç şişe açtırdığını, arabasıyla kaç bastığını. Maddi geliri orta/iyi olan bir aileden gelmiş de olsan düşünürsün bazen, `acaba benim babam da para bassa benim hayatım da dışarıdan bu kadar iyi gözükür müydü?` diye. `Gerçi para bassa ne olacak, bana koklatmazdı yine amına koyim` dersin, `acaba ben de böyle bir ayı olur muydum` diye düşünürsün, yine de karşındaki iyi bi Berkecan ise bişey demez, gülümsersin. Bir an kendini kıskançlık yapıyormuş gibi hissedersin, komiğine gider. Sen sürünürken, hayatta istediğin üç şeyin birine anca sahip olabilirken, o istediği ve istemediği çoğu şeye sahiptir. Hayat Berkecan'a hayat amına koyim dersin.
23 Temmuz 2012 Pazartesi
8 Temmuz 2012 Pazar
Maça Kızı, Veda ve Kayıp
Duygularla aram hiç iyi değildir benim. Başımı muhakkak belaya sokarlar çünkü. Başka insanları gazlar belki duyguları, harekete geçirir, istedikleri şeylere ulaşmalarına yardım eder. Ama bana genelde köstek olur işte o aynı duygular. O yüzden, aslında herkesin içinde bir miktar barındırdığı Übermensch olma sevdasının da etkisiyle, onları bastırdığımı, yok ettiğimi, kontrol altında tuttuğumu zannetmek hoşuma gider. Kaygı, endişe, utanma, sevgi, aşk, nefret, öfke.. Hepsinin bir ara gittiğine veya kontrol altında olduğuna inandığım olmuştur.
Aslında gittiklerini zannederim hep. Hissetmem gereken an onları bulamam mesela. Kızıl aşk, kor öfke, dikenli endişe, yumuşacık sevgi, gergin özlem. Yerlerinde yeller esiyordur. Onları hissetmem gerektiği zaman, sadece kocaman, korkunç bir boşluk peyda olur göğüs boşluğumda. Soğuk, yapış yapış, sinsi. O kadar korkunçtur ki işte bu boşluk. Yedirmez, içirmez, uyutmaz. Keşke yansaydım bitseydim öfkeden, keşke boğulsaydım endişelerimde, hüznümde dedirtir insana. Peki noolur bu duygulara? Giderler mi cidden? Neden giderler, nereye giderler?
Duygularla aram iyi değildir benim. Ama iskambil fallarıyla çok iyidir. İyi içilen bi gecenin ardından çayımı demleyip, sigaramı yakıp boş boş fal açmak kadar sevdiğim çok az şey vardır. Deste deste iskambil kağıdım var zaten, ufak çaplı bi koleksiyon. Değişik bi deste gördüm mü cebimde ne kadar para varsa bayarım, hiç sorun değil.
Favori destemdeki kartların hepsinin üzgün olduğunu da yine böyle bir sabah fark etmiştim işte. Ağlıyorlardı sanki. Garibime gitti, neden böyle bir deste yapardı ki insan? Çayımdan bir yudum daha alıp pencereden hafif alacalı gökyüzüne baktım. Üzdüğüm insanlar geldi aklıma. Hep de beni en çok sevenleri üzmüştüm. Kartlara baktıkça yüzleri gözümün önünden geçti. Ailem. Arkadaşlarım. Beni seven, benden ilgi görmek isteyen hatunlar.
Son gruptakilerden pişmanlık duyardım işte önceleri. Cinsel hayatım çok renkli olmasa da bu konuda sabıkam çok. Gereksiz yerine itin götüne soktuğumu mu ararsın, on kişinin önünde siktir çektiğimi mi, görmezlikten geldiğimi mi. Randevulaşıp ektiklerim, durup dururken kaçmaya başladıklarım, yüzüne gülüp arkasından 'öf' dediklerim, egomu tatmin ettiklerim. Yarı yolda bıraktıklarım. Çok var. Gönül işlerinde çektiğim acıların bi kısmını hak etmiyor değilim yani. Eskiden pişmanlık hissediyordum ama şimdi bir şey hissetmiyorum. Böyle olması gerekiyormuş, böyle olmuş. Kabullenmek güzel.
Hüznü artık hissetmiyorum, yok. Gitmiş o da. Umut çok az var, mucizelere bel bağlamak gibilerinden. Hırs gitti gidiyor. Ama son zamanlarda yaşadığım bir olaydan sonra, utanç duygumun gittiğine eminim. Bu yazıyı ise, aslında onun hakkında son bir kaç laf etmek için yazdım. Çok acı veren bir şekilde, artık gittiğini fark ettim. Boşlukla baş başa bıraktı beni. Zaman zaman yanaklarımı kızartan, sevimli bir duyguydu. Özleyeceğim. Geri döner mi dönmez mi bilmem, ama ondan kalanları bir kayığa koyup, çiçeklerle ve ufak heykellerle süsleyip, en ortaya da gözleri yaşlı maça kızını iliştirip, sigara dumanı eşliğinde berrak denizlere salasım var, tan vakti. Kayığa eski halimi de koyup hepsini uğurlamak. Sonra da sırt üstü yatıp gün doğumunu izlemek. Her şeye rağmen, yaşamak güzel diyebilmek artık.
Aslında gittiklerini zannederim hep. Hissetmem gereken an onları bulamam mesela. Kızıl aşk, kor öfke, dikenli endişe, yumuşacık sevgi, gergin özlem. Yerlerinde yeller esiyordur. Onları hissetmem gerektiği zaman, sadece kocaman, korkunç bir boşluk peyda olur göğüs boşluğumda. Soğuk, yapış yapış, sinsi. O kadar korkunçtur ki işte bu boşluk. Yedirmez, içirmez, uyutmaz. Keşke yansaydım bitseydim öfkeden, keşke boğulsaydım endişelerimde, hüznümde dedirtir insana. Peki noolur bu duygulara? Giderler mi cidden? Neden giderler, nereye giderler?
Duygularla aram iyi değildir benim. Ama iskambil fallarıyla çok iyidir. İyi içilen bi gecenin ardından çayımı demleyip, sigaramı yakıp boş boş fal açmak kadar sevdiğim çok az şey vardır. Deste deste iskambil kağıdım var zaten, ufak çaplı bi koleksiyon. Değişik bi deste gördüm mü cebimde ne kadar para varsa bayarım, hiç sorun değil.
Favori destemdeki kartların hepsinin üzgün olduğunu da yine böyle bir sabah fark etmiştim işte. Ağlıyorlardı sanki. Garibime gitti, neden böyle bir deste yapardı ki insan? Çayımdan bir yudum daha alıp pencereden hafif alacalı gökyüzüne baktım. Üzdüğüm insanlar geldi aklıma. Hep de beni en çok sevenleri üzmüştüm. Kartlara baktıkça yüzleri gözümün önünden geçti. Ailem. Arkadaşlarım. Beni seven, benden ilgi görmek isteyen hatunlar.
Son gruptakilerden pişmanlık duyardım işte önceleri. Cinsel hayatım çok renkli olmasa da bu konuda sabıkam çok. Gereksiz yerine itin götüne soktuğumu mu ararsın, on kişinin önünde siktir çektiğimi mi, görmezlikten geldiğimi mi. Randevulaşıp ektiklerim, durup dururken kaçmaya başladıklarım, yüzüne gülüp arkasından 'öf' dediklerim, egomu tatmin ettiklerim. Yarı yolda bıraktıklarım. Çok var. Gönül işlerinde çektiğim acıların bi kısmını hak etmiyor değilim yani. Eskiden pişmanlık hissediyordum ama şimdi bir şey hissetmiyorum. Böyle olması gerekiyormuş, böyle olmuş. Kabullenmek güzel.
Hüznü artık hissetmiyorum, yok. Gitmiş o da. Umut çok az var, mucizelere bel bağlamak gibilerinden. Hırs gitti gidiyor. Ama son zamanlarda yaşadığım bir olaydan sonra, utanç duygumun gittiğine eminim. Bu yazıyı ise, aslında onun hakkında son bir kaç laf etmek için yazdım. Çok acı veren bir şekilde, artık gittiğini fark ettim. Boşlukla baş başa bıraktı beni. Zaman zaman yanaklarımı kızartan, sevimli bir duyguydu. Özleyeceğim. Geri döner mi dönmez mi bilmem, ama ondan kalanları bir kayığa koyup, çiçeklerle ve ufak heykellerle süsleyip, en ortaya da gözleri yaşlı maça kızını iliştirip, sigara dumanı eşliğinde berrak denizlere salasım var, tan vakti. Kayığa eski halimi de koyup hepsini uğurlamak. Sonra da sırt üstü yatıp gün doğumunu izlemek. Her şeye rağmen, yaşamak güzel diyebilmek artık.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)